top of page
Son Yazı, Ekim : Aylık Kitap Kırpıkları
ATATÜRK, GAZİ MUSTAFA KEMAL ve KEMALİZM
Diğerleri...
Kim bu diğerleri?
Bir insanın veya grubun dışında kalanlar...
Diğerlerini ve yaptıklarını doğru tanımlayabiliyor muyuz?
Diğerleri, bizim dışımızda kalan herkes ve bunu politik bir duruşu kast ederek vurgulamıyorum.
Onları algılayabiliyor muyuz, dahası anlayabiliyor muyuz?
Kendimize karşı yalın bir dürüstük içinde miyiz, yoksa tanım ve değerlendirmelerde klişelere mi sığınıyoruz?
Neden insanları olduğu gibi kabul edemiyoruz?
Kendimizi olduğumuz gibi kabul edememekten kaynaklanabilir mi bu durum?
Benliğimizle kurduğumuz ilişki acaba ne derece sağlıklı?
Bu topraklarda yaşayan insanların diğer insanları ve yaptıklarını değerlendirirken sıklıkla benzer hatalara düştüklerini görüyorum.
Bu durum, özellikle de "Tarihi Şahsiyet" olarak bilinen kişilerde daha da belirginleşiyor.
Oynanan rol ne kadar büyükse değerlendirmedeki hata oranı da o kadar büyüyor.
Hele bir de tarihi şekillendirecek kadar büyük bir kişilikten -Atatürk'ten- bahsediyorsak...
10 Kasım 1938'de kendisini sonsuzluğa uğurladığımız ilk günlerde bir yabancı devlet adamının söyledikleri gerçekten kayda değerdir.
Şöyle demişti bu devlet adamı : "Atatürk öldü, dünya önemini kaybetti!"
Son derece anlamlı ve çarpıcı bir cümle...
Aynı zaman da kısa ve öz bir saptama.
Atatürk'ün bir lider, bir devlet adamı olarak yaptıklarını bizlere anlatabilecek yeterince kaynak ve uzman var, dolayısıyla bu işi onlara bırakmak daha yerinde olacaktır.
Benim dikkatinizi çekmek istediğim şey, onun daha çok insani tarafı aslında.
Yani insan olarak Atatürk ve onun bizde uyandırdığı duygu ve düşüncelerden, bilinçten bahsediyorum.
Doğru veya yanlış kararlarıyla ; ilişkileriyle ya da yalnızlığıyla ; hatalarıyla veya sevaplarıyla, sevgisiyle ve varsa belki de nefretiyle...
Hatta içkisiyle... Belki de başka güzellikleriyle veya kötü alışkanlıklarıyla?
Yani her şeyiyle...
Çünkü insan her şeyiyle insandır.
Atatürk de insandır ve bizler de öyleyiz...
İnsanlık açısından değerlendirme söz konusu olunca insan her durumda insandır.
Ne demek istiyorum, açıklayayım.
Bizler insanları-her kim olursa olsun- ya yerin dibine gömmeyi, ya da arşın 7 kat üstüne oturtmayı seçiyoruz...
Evet, biz kendi yetersizliklerimizi daha güçlülerin yeterliliklerine teslim etmeyi seviyoruz.
Neden biat ediyoruz? Acaba, birey olmayı bir türlü beceremediğimiz için olabilir mi?
Bir büyük gücün veya otoriter gurubun potasında eriyivermek... Yapılan hataların sorumluluğundan kaçıvermek... Elde edilen kazanımları da kendi aşağılık komplekslerimizin vücut bulması için kullanıvermek... Sürü güdülenmesinin sıcak rehavetinde tatmin oluvermek, çoşmak ve kendini kaybetmek....Kişiyi ilahlaştırmak, tanrı yerine koymak
Ya da...
O insanı aşağılamak, hakaret etmek, toplum dışı bırakmaya çalışmak....Yerin 7 kat dibine gömmek, ve yaşıyorsa adeta linç etmek.
İnsan, yaptıkları kadar şereflidir, belki de yapmadıkları kadar...
Ama ne kadar özel şey yapmış olursa olsun ; ne kadar muhteşem bir kişiliğe sahip olursa olsun, fark etmez, insan insandır ve özgür bireylerin bilincinde asla tanrı olamayacaktır ve olmamalıdır da...
Buradaki "Özgür birey" vurgulamasını klişelerden ve algı yönetiminden uzak "Düşünen(!)" insan için kullanıyorum.
Bence komplekslerimizin büyüklüğü oranında kendimizden vazgeçiyoruz.
Peki, bunun tam zıddını yapıp bir insanı yerin dibine batırmak bize ne kazandıracak?
Daha mı özgürleşeceğiz?
Daha mı şerefli olacağız?
Daha mı parlak olacak düşlerimiz?
Hepsinden de önemlisi daha mı çok insan olacağız?
Ani öfke nöbetlerini yani geçici durumları bunun dışında tutuyorum, çünkü sağlıklı olan kişi her şeye ve hatta kendine bile kızabilir zaman zaman...
Ama her şeyin de bir ölçüsü ve makamı var, öyle değil mi?
Akıllı insan kendini kötü duruma düşürebilecek şeyleri pek söylemez değil mi?
İyi de bazen de maksadını aşan cümleler sarf etmiyor muyuz?
Peki, kıstas ne olmalı?
Kuralı var mı?
Ben kural koyucu veya yargılayıcı değilim ; bunları yazarken talkımı kendime de veriyorum.
Siz düşünün ve siz bulun lütfen.
Yeter ki insani olsun.
Atatürk, 57 yıllık hayatında üzerine düşeni fazlasıyla yaptı, hatta çoğumuzun hayal bile edemeyeceği kadar büyük şeyler yaptı.
Bu durum ne onu ilah seviyesine çıkartır, ne de bizi bir toz zerresi seviyesi kadar küçültür.
Evrende, her birimiz birbirinden farklı ama bir o kadar da özel bir yere sahibiz.
Bu yeri kutsayabilir güzelleştirebilir, ya da mahvımıza yol açacak şekilde kötüye kullanabilir ve hatta varlığımıza ihanet edebiliriz.
Her şey bizim elimizde ve bunun kaderle filan alakası yok.
Seçimlerimizi yaşıyoruz.
Büyük şeyler yapmayı seçer ve buna uygun bedeller ödersek gerçekleştirebilme gücümüz olabilir.
Bu, biraz da odaklanabilme ve de yaratıcılık kapasitemizle ilgili.
Çocuklarımızın gelişmelerine yönelik duyduğumuz endişeleri kendimiz için en son ne zaman duyduk?
Kendimizi -kişiliğimizi- yeterince büyütebiliyor muyuz?
Aslında, şöyle sormak daha anlamlı olur sanki : Böyle bir amacımız var mı?
Herkes yaptığı şeyler kadar büyüktür, konu Atatürk olunca yapmadığı şeyler kadar da diye ekleyebilirim.
Bir insan düşünün ki bütün gücü eline geçirmişken zamanı geldiğinde her şeyi elinin tersiyle geri iterek tüm garantici tavırları reddetsin.
Seçilmeme ihtimali varken bile seçimlere girsin.
Bu çapta bir insan olabilmek kolay mı?
Hatta bizzat onun kendisi için kolay mıydı? Hiç sanmıyorum...
İnsani zaaflarla baş edebilmek, büyüdüğü kadar küçülebilmek....
İnsan mevki olarak kendinden daha alt seviyede bulunan insanlara olan davranışı kalitesinde büyüktür, ve kızdığı şeylerin önem derecesinde de küçük...
Bunlardan ilkiyle bir sorunum yok, ama hala ikincisini başarmaya çalışıyorum.
Ona çok büyük saygı duyuyorum...
Kendi silah arkadaşlarının bile kendisini anlamaktan çok uzak olduğu bir yalnızlığın zirvesinde yaşayabilmek kabul edilebilir mi ve bunun bedelleri nelerdir?
Napoleon Hill : "Success is the state of mind - Başarı idrakin bir halidir." derken şunu kastediyor : Bizler başarılı bir sonucu, o ana kavuşulduğu an itibariyle görür ve değerlendiririz, bunun öncesinde yaşanan süreci derinlemesine düşünmeyiz. Bu durum tabii ki başarısızlık için de geçerli bir yaklaşımdır.
Bizler, bu büyük adamın hangi koşullarda neler çektiğini tahmin etmekten bile uzak kalabiliriz. Kaynaklarımızın bu konuda oldukça yeterli olduğunu da sanmıyorum. Zaten, uzmanlar devletimizin tarihsel kayıtlara karşı tutumunun son derece lakayt olduğunu belirtiyorlar.
Millet olarak duruşumuzun da pek farklı olmadı aşikar değil mi?
Her neyse...
Atatürk'ün kısa yaşamında bize emanet ettiği en önemli şey : Akıl ve bilimin yolu ile kesişen bir Cumhuriyettir bence.
Daha doğrusu cumhuriyetti.
O, bu ülkenin kurucusu ve kurucu değeridir. Tabii ki tüm silah arkadaşları ve canlarını feda edenlerle beraber...
Yaptıklarını sevmeyebilirsiniz diyecek kadar hoşgörülü olmayı çok isterdim ancak kim insan onur ve haysiyetine yönelik düzenlemelere ve yeniliklere karşı çıkabilir ki?
Eğer, dini değerlere düşkünseniz, ne güzel... Buyurun neye inandığınızı okuyarak daha çok anlayın ve uygulayın, kim karışabilir... Tersi durumda da yine kimseye hesap vermeniz gerekmez.
Osmanlı'yı batıran şey ; dinin devlet işlerine egemen hale gelmesi durumu değil miydi?
Yoksa ulus devleti olmaya mı karşı bir düşünce var? Ümmetçilik düşüncesinin yarattığı sonuçlar 1. dünya savaşı sırasında zirveye çıkmadı mı? Sonuçları belli değil mi?
Belki de Atatürk'ü kişi olarak sevmiyorsunuz, olabilir...
Belki kaşını, gözünü, tavrını sözünü...Normaldir.
Ancak, kendini savunamayacak durumda olan bir insanın ardından konuşmak kabul edilemez.
Böylesine bir saygısızlık insan olana yakışmaz.
Ben kişisel olarak İnönü'yü sevmiyorum.
Devlet adamlığının son dönemlerine yetiştim.
Siyasi kişiliği de bana pek hitap etmemişti zaten.
Ama, Ecevit karşısında yenilgiyi kabullenebilme kalitesi takdire şayandır.
Gerçekten saygı duyuyorum.
Bir lider, bir insan zafer karşısında olduğu kadar yenilgiye olan tavrıyla da olgunluk ve insani kalitesini ortaya koyar.
Arkasında Atatürk'ün olduğu dönemlerde Lozan anlaşması dahil olmak üzere çok başarılı sonuçlar almayı bilebilmiş bir devlet adamıdır İnönü... Yaptıklarına teşekkür borçluyuz.
Ancak aynı İnönü, özellikle tek parti döneminde çok fazla hatanın yapılmasına neden oldu.
Ekonomi konusunda da garip yorumlarını okuduğumu anımsıyorum.
Başarılar...hatalar ve başarısızlıklar...
Hepsi insan için değil mi?
Şimdi, yıl 2018 oturduğun yerden atıp tutmak ve ahkam kesmek ne kadar kolay değil mi?
Olayları neden şartlarıyla beraberce değerlendirebilme aklını gösteremiyoruz?
Dahası, neden -ki buna Osmanlı da dahil- ölmüş gitmiş insanların ardından ağır ve düşünmeden konuşuyoruz?
Ve belki de hakaret ediyoruz?
Sarf ettiğimiz kelimeler ve tavrımız bizim iç dünyamızdaki çelişki ve yetersizliklerin bir yansıması olabilir mi?
Yaşanan yaşandı, o kadar....
Ayrıldığınız sevgilinizle, boşandığınız eşinizle, arkadaşlığınızı bitirdiğiniz yoldaşınızla didişmekten nasıl vaz geçebiliyorsanız, tarih ve tarihi şahsiyetlerle de uğraşmayı bir yana bırakabilmelisiniz.
Bu her şeyden akıl ve ruh sağlığımız açısından elzemdir.
Geçmişi geçmişin tozlu sayfalarına emanet edip yeni sayfalar açmak ve onu akılcı bir vizyonla doldurmak yaraşır bize..
Tarih olgusunun bir öğretmen olduğu söyleniyor.
Evet, tarih bir öğretmendir, tamam da siz hiç aynı konuda aynı dersi sürekli olarak alan öğrenci gördünüz mü?
Bunun adı aptallık olmaz mı?
Dersini al, öğren ve içselleştirerek deneyimlerine ekle ve yoluna devam et... bu kadar işte.
Sürekli aynı derse dönüp dönüp öğrenmeye çalışmak...
Sıkılmadık mı?
Gelelim "Kemalizm" olgusuna...
Ben her türlü "izm" takısına karşıyım, sanırım Atatürk de karşı olurdu.
"İzm"ler sorgulamadan inanmayı öngörüyor bana göre... Adeta bir din gibi...
Adı Atatürk de olsa insan insandır, her zaman putlaştırılmasına karşı oldum ve olacağım.
Onu çok seviyorum ve saygı duyuyorum, bununla beraber onu hep bir insan olarak anlamaya çalışıyorum.
Bir de Atatürk demekten çekinen ve hatta korkanlar var...
Onlar Atatürk'ü yalnızca savaştaki başarılarıyla kabullenip zoraki takdir ediyorlar... Yani 1923'e kadar olan süreci tanıyorlar. Atatürk'ün üniformasını çıkarttığı anı kastediyorum. Bu yüzden de ona "Gazi Mustafa Kemal" diyorlar.
"Atatürk" kelimesini sevmiyorlar.
O, Türklerin atası değil diye karşı çıkıyorlar...
Yahu sembolik o...Duyulan saygı ve sevgiden, tabii ki fiziksel değil...
Öyle olsa Osmanlı Türklerin atası olur muydu?
Padişahlardan, kurucu Osman bey dışındakilerin neredeyse tamamı hareme yabancı kadın almıştır. Yani, doğan şehzadelerin neredeyse tamamı bu kadınlardan doğmadır. Ordunun büyük kısmı da yabancılardan devşirmedir.
Şimdi, tüm bunlardan sonra ben Osmanlı'nın torunuyum derken biraz düşünmek gerekmez mi?
Bir arkadaşım şöyle diyordu : "Siz hiç Tudors'un torunuyum diyen ve bununla övünen bir İngiliz gördünüz mü?"
Osmanlı bir hanedandır ve bu ülkenin içinde bulunduğu imparatorluk için güzel şeyler yapmıştır.
Kendilerine müteşekkiriz ve hatta minnet duymamız da gerekir. Köklerimizin varlığı bir şekilde bu hanedan sayesindedir, doğru.
Ancak, bu hanedan yaptığı büyük hatalar sonucunda da büyük bir çöküş yaşanmasına da neden olmuştur.
Atatürk cumhuriyeti kurarken bu hanedanı yıkmamıştır ki : Osmanlı imparatorluğu zaten çöküşü yaşadığı için bütün bu olaylar meydana gelmedi mi?
İmparatorluk sağlam ve güçlü olsa, yer yer işgal edilmemiş olsa sırf Atatürk'ün şahsi emelleri için Cumhuriyet kurulabilir miydi?
Belki, batı tarafından kışkırtılan teba devletlerin içindeki milliyetçi akımların yükselişi ve imparatorlukların devrinin sona ermesi ; insanın kul durumundan birey olarak var olabilme ereğine doğru ilerlemesi, evrilmesi gibi tarihsel gelişmelerden de söz edebiliriz tabii ki.
Çünkü bu arada sanayi devrimi ve kentleşme olguları da ortaya çıktı.
İhtiyaçlar sonuçları er ya da geç yaratırlar, öyle değil mi?
Tarihte olabiliyor bu tür şeyler...
Devletler de şirketler gibi yükselip düşebiliyorlar.
Yanlış anlaşılan şudur : Bizler Osmanlı'yı reddetmiyoruz ki... Biz, bizi geleceğe taşıyan Cumhuriyete sarılıyoruz.
Bunu da sistemin kurucusunun manevi ideallerine sarılarak yapıyoruz...
Ama kişiliğimizden ödün vermeden, bilakis hak ve özgürlüklerimize daha çok sahip çıkarak yapıyoruz.
Amacımız, geleceğin dünyasında şimdiden kalıcı, değerli ve belirleyici bir rolü üstlenmektir.
Her şey değişir, dünya her gün yeniden kurulurken her gün dinamik bir biçimde o dünyada yer almak istiyoruz.
Bunun için dünün fikirlerini, yarının oluşumlarını belirleyecek şekilde değiştirmemiz ve daha doğrusu geliştirmemiz gerek... Fikirlerimizin gelişim hızı hiç bir zaman kendimizinkinden daha hızlı olmayacaktır.
Dünya geometrik bir hızla değişirken içimizdeki değişimin dışımızdakinden daha yavaş olmasına izin veremeyiz ; bu çöküş, yok oluş demek olur...
İşte Osmanlı'nın akibeti bu yüzdendir... Diğer imparatorlukların da...
Her gün yeni fikirler gerek bize ; ama ideallerimizden sapmadan başımızı taşlara vurmadan...
Akıl ve bilimin rehberliğinde yürümek gerek bize...
Kendi vicdanımızın aynası en büyük yüzleşme platformudur.
İnsanları, olayları ve evreni daha akılcı boyutta değerlendirebilmek umuduyla şen ve esen kalınız.
Uğur VİDİNLİ, Ekim 2018
bottom of page